Naci YENGİN
Türkiye'de ve Türk dünyasında köşe başlarını tutanların genel görünümü şöyle: Entelektüel, irfan ehli, aydın, okuyan, ümmi, cahil, çok cahil ve zır cahil, kör cahil... Bu sınıflandırmayı daha ada arttırmak mümkün.
Milletini tepeden bakan aydın-bürokrat kesimi her zaman, her ülkede az çok var olmuştur. Ancak Türkiye ve Türk dünyası kadar milletin değerlerine bigane kalan; vatan, millet denildi mi alerji nöbetlerine kapılan aydın-bürokrat başka milletlerde var mıdır bilemem! Üstelik bu hastalık yeni değil. İki asırdır devam eden bu hastalıklı durum yer yer psikolojik travmaya dönüşebiliyor. Yoksa dönem dönem görüldüğü gibi vatanını satacak kadar gemiye almazlardı!
Vatan, millet, bayrak; Türk kültürü denildi hep bir ağızdan komu oyunu da arkalarına alarak demokrasi, barış, kardeşlik, eşitlik... naraları atmaları hiç te sureti hakdan değil.
Ne zaman milli birlik, kültürel kalkınma, Türk kültürü ve Türk dünyasına yönelik çalışmalara ağırlık verilse “aşırı milliyetçi, faşist, bölücü, gerici… turancı, ...” naraları atılmaya başlıyor...Çığırtkanlıklarınının ardında gizledikleri ajandalarındaki asıl amaçları farklı!
Kültür, milli birlik ve beraberlik, Türk kültürü ve Türk dünyası gündeme geldiğinde inanç, mezhep, ideoloji, hizip farketmeksizin bu tür çevrelerin karın ağrılarının sebebi farklı! Şimdilerde her ne kadar azalmış ve sesleri kısılmış gibi duruyorsa da bakmayın siz onların sessizliğine! İlk fırsatta gizlendikleri çukurlarından başlarını çıkarıp yüz yıllık barış, özgürlük, kardeşlik, dil özgürlüğü, anayasanın değiştirilemez maddelerinin değiştirilmesi talebi gibi birçok bahaneyle aynı teranelerine yeniden başlayacaklarına kalıbımı basarım! Osmanlıya karşı Bulgarlar, Ermeniler, Rumlar ve hatta Araplar gibi!
Bir ülke düşünün ki milli kimliğini oluşturan değerlerini çağın gereklerine uygun olarak çocuk ve gençlerine veremiyorsa o ülkenin insanından, özellikle okumuş insanından; kendi kültürüne, milletine şaşı bakan batıdan fazla batıcı geçinen aydın, bürokrat... insanından korkmak gerekir!
İkiyüz yıldır devam eden milletine, devletine, kültürüne şaşı bakan kesimlerin ülkenin kaderindeki makûs varlığı son dönemde kısmen azalmış gibi görünüyorsa da bu durum bir yanılsamadır! Zira aynı zihniyete mensup çevrelerin kendilerini gizleme yetenekleri son derece gelişmiştir. Kırk yıldır ülke ve devlete düşman beyinler üreten PKK, FETÖ terörünün bazı uluslararası ve ulusal üst aklı temsil edenlerin emrinde nasıl çalıştıysa ve suret-i haktan göründüyse; iki yüz yıldır bazen dindar Kemalist, Atatürkçü, tarikatçı, cemaatçi, laik, liberal, demokrat, … Sünni, Alevi… görünümleriyle bu ülkenin içinde önemli makam ve mevzilerini sağlamlaştırarak bu günlere gelip milletin karşısına çıktılarsa vatanın gerçek sahipleri için, millet devlet, devlet millet bütünlüğüne inanmış, devleti ebed müddet düsturuyla hareket edenler için tehlike her zaman devam ediyor demektir.
Ülke içinde asalak yaşayan çevrelerin ortak özelliği vatan, millet, ve devletle aynı kaderi paylaşmamaları, milletin binlerce yıldır olduğu gibi bugün ve yarınlar için beslediği aynı ülküleri beslememeleri ve her daim Batı, ABD, NATO, Siyonizm ve sermaye çevrelerinin ülkemizdeki temsilciliğini yapıp taşeronu olmalarıdır!
Türk dünyasında son yüzyıldır düşünce ve bilim alanında dünyada var olan ve kültürel dinamiklerini bilimle buluşturan kaç devlet, kaç kurum ve kaç insan vardır? Olmamasına yadırgamamak gerekiyor! Asıl olsaydı yadırganmalıydı! Eğitim, milli kültür ve Batının değer yargılarına gönül vermiş, teşne entelektüel, bürokrat, ekonomi, medya… Çevreleri tarafından çepeçevre kuşatılmış bir ülke insanından bilim, ilim üretmesini, devletinin süper güç olmasını beklemek ütopyadan başka bir şey değildir!
Ancak Türk devleti asırlardır olduğu gibi kendi rüzgârını yine mayalandığı öz benliğinden, köklerinden, mayasından çıkarıp atasından aldığı ilhamla hareket etmeye başladığında önemli bir eşik aşılmış demektir!
Her zaman atılacak ilk adım en riskli ve en kararlı adımdır! İlk adım atıldıktan sonra gerisi gelecek ve Türk milleti atılan ilk kararlı adımları takip edecektir.
Arif Nihat Asya’nın “Fetih Marşı” şiirinde ifade ettiği gibi: “Delikanlım, işaret aldığın gün atandan/Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan !”
Türkiye, Türk dünyası ve insanlık adına ilk adımı atmış, ilk adım atılmış ve kuruluş devrini tamamlamanın son dönemini yaşamaktadır.
Türk dünyası sancılı, sıkıntılı, dram, acı ve kaos dolu en uzun geçen yüzyılın eşiğinden geçmek üzeredir. Türk dünyası binlerce yıllık devlet, millet, tarih ve kültür mirasının üzerindeki yürüyüşünü bundan böyle ya daha emin adımlarla devam edecek ve bölgesinde gür sesi ve güçlü varoluşsal duruşuyla yeniden adalet, insanlık, üretim, barış, hukuk, ... her alanda insanlığın beklediği el, sığınacağı sine ve vicdanların sesi olduğunu gösterecektir.
İnsanını mankurtlaştıran eğitim, kültür ve hayat felsefelerinin aksine, öz güven ve şahsiyet aşılayan bir devletin politikalarıyla geleceğe daha kararlı, güvenle, emin adımlarla yürümek isteyen bir milletin varlığına inanmak hepimizin ortak hülyası ve beklentisidir!